T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
WEB SİTESİ GİZLİLİK VE ÇEREZ POLİTİKASI
Web sitemizi ziyaret edenlerin kişisel verilerini 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca işlemekte ve gizliliğini korumaktayız. Bu Web Sitesi Gizlilik ve Çerez Politikası ile ziyaretçilerin kişisel verilerinin işlenmesi, çerez politikası ve internet sitesi gizlilik ilkeleri belirlenmektedir.
Çerezler (cookies), küçük bilgileri saklayan küçük metin dosyalarıdır. Çerezler, ziyaret ettiğiniz internet siteleri tarafından, tarayıcılar aracılığıyla cihazınıza veya ağ sunucusuna depolanır. İnternet sitesi tarayıcınıza yüklendiğinde çerezler cihazınızda saklanır. Çerezler, internet sitesinin düzgün çalışmasını, daha güvenli hale getirilmesini, daha iyi kullanıcı deneyimi sunmasını sağlar. Oturum ve yerel depolama alanları da çerezlerle aynı amaç için kullanılır. İnternet sitemizde çerez bulunmamakta, oturum ve yerel depolama alanları çalışmaktadır.
Web sitemizin ziyaretçiler tarafından en verimli şekilde faydalanılması için çerezler kullanılmaktadır. Çerezler tercih edilmemesi halinde tarayıcı ayarlarından silinebilir ya da engellenebilir. Ancak bu web sitemizin performansını olumsuz etkileyebilir. Ziyaretçi tarayıcıdan çerez ayarlarını değiştirmediği sürece bu sitede çerez kullanımını kabul ettiği varsayılır.
Web sitemizi ziyaret etmeniz dolayısıyla elde edilen kişisel verileriniz aşağıda sıralanan amaçlarla T.C. İçişleri Bakanlığı tarafından Kanun’un 5. ve 6. maddelerine uygun olarak işlenmektedir:
Web sitemizi ziyaret etmeniz dolayısıyla elde edilen kişisel verileriniz, kişisel verilerinizin işlenme amaçları doğrultusunda, iş ortaklarımıza, tedarikçilerimize kanunen yetkili kamu kurumlarına ve özel kişilere Kanun’un 8. ve 9. maddelerinde belirtilen kişisel veri işleme şartları ve amaçları kapsamında aktarılabilmektedir.
Çerezler, ziyaret edilen internet siteleri tarafından tarayıcılar aracılığıyla cihaza veya ağ sunucusuna depolanan küçük metin dosyalarıdır. Web sitemiz ziyaret edildiğinde, kişisel verilerin saklanması için herhangi bir çerez kullanılmamaktadır.
Web sitemiz birinci ve üçüncü taraf çerezleri kullanır. Birinci taraf çerezleri çoğunlukla web sitesinin doğru şekilde çalışması için gereklidir, kişisel verilerinizi tutmazlar. Üçüncü taraf çerezleri, web sitemizin performansını, etkileşimini, güvenliğini, reklamları ve sonucunda daha iyi bir hizmet sunmak için kullanılır. Kullanıcı deneyimi ve web sitemizle gelecekteki etkileşimleri hızlandırmaya yardımcı olur. Bu kapsamda çerezler;
İşlevsel: Bunlar, web sitemizdeki bazı önemli olmayan işlevlere yardımcı olan çerezlerdir. Bu işlevler arasında videolar gibi içerik yerleştirme veya web sitesindeki içerikleri sosyal medya platformlarında paylaşma yer alır.
Oturum Çerezleri (Session Cookies) |
Oturum çerezleri ziyaretçilerimizin web sitemizi ziyaretleri süresince kullanılan, tarayıcı kapatıldıktan sonra silinen geçici çerezlerdir. Amacı ziyaretiniz süresince İnternet Sitesinin düzgün bir biçimde çalışmasının teminini sağlamaktır. |
Web sitemizde çerez kullanılmasının başlıca amaçları aşağıda sıralanmaktadır:
Farklı tarayıcılar web siteleri tarafından kullanılan çerezleri engellemek ve silmek için farklı yöntemler sunar. Çerezleri engellemek / silmek için tarayıcı ayarları değiştirilmelidir. Tanımlama bilgilerinin nasıl yönetileceği ve silineceği hakkında daha fazla bilgi edinmek için www.allaboutcookies.org adresi ziyaret edilebilir. Ziyaretçi, tarayıcı ayarlarını değiştirerek çerezlere ilişkin tercihlerini kişiselleştirme imkânına sahiptir.
Kanunun ilgili kişinin haklarını düzenleyen 11 inci maddesi kapsamındaki talepleri, Politika’da düzenlendiği şekilde, ayrıntısını Bakanlığımıza ileterek yapabilir. Talebin niteliğine göre en kısa sürede ve en geç otuz gün içinde başvuruları ücretsiz olarak sonuçlandırılır; ancak işlemin ayrıca bir maliyet gerektirmesi halinde Kişisel Verileri Koruma Kurulu tarafından belirlenecek tarifeye göre ücret talep edilebilir.
Kırkağaç’ın İşgali
1920 yılı Haziran ayının ortalarından sonra Yunan kuvvetleri karşı hücumlara başlayacakları bölgelerde toplanmaya başlamışlardı. 22 Haziran sabahı ise şiddetli bir top ateşinin ardından Yunanlılar. Akhisar ve Soma cephelerimize taarruza başladılar. Bu kritik günlerin öyküsünü yine Miralay Kazım Ozalp’ten dinleyelim:“Düşman Akhisar cephesinde mühim kuvvetlerle, Kanboğazı, Yayaköy ve Papazlı (Halit paşa) istikametlerinde taarruza geçiyordu. Soma cephesinde ise sağ yanda Çal dağ istikametinde taarruza başlamıştı. Vaziyetin çok mühim olduğu açıktı. Muharebenin şeklini anlatmadan evvel o zamanki kuvvetlerimiz ve muharebe kabiliyetimiz hakkında bilgi vermek faydalı olacaktır.
Soma Mıntıkası’nda, 188. Alay ve iki Mil1 tabur, ki toplam olarak beş tabur piyade ve bu taburların birisinde dört, diğerinde iki makineli tüfek, biri sahra diğeri obüs olmak üzere iki batarya (8 top) ve 100 mevcutlu süvari bölüğü. Bu kuvvetler Erkanıharp yüzbaşısı Kemal Bey’in (sonradan Balıkesirli Kemal Paşa) üzerinde idi.
23 Haziran 1920’de Kırkağaç’a vardığım zaman Akhisar düşmüş, kıtalarımız Harta istasyonuna çekilmiş bulunuyordu. Akhisar cephesinde çok şiddetli muharebeler olmuştu. Yunan taarruzundan birkaç gün evvel Akhisar cephe kumandanlığını üzerine almış olan Derviş Bey, büyük fedakarlıklarla Yunan taarruzunu durdurmaya çalışmıştı. Fakat çok üstün kuvvet karşısında kıtalarımız bulundukları yerleri adım adım müdafaa ederek çekilmeye mecbur kalmışlardı. Düşman 22 Haziran günü saat 9’dan sonra Akhisar’ı işgal etmişti. Soma cephesinde de Yunanlılar taarruza devam ediyorlardı. Kırkağaç Çamlığı’nın yanında trenden indim. Şuradan buradan koşarak cepheye gelen Mili kıtaların, Soma istasyonunun doğusundaki sırtlarda toplanarak emir beklemelerini ve Balıkesir eski Belediye Reisi Keçeci Hafız Bey’in emrindeki Milli süvarilerin de süratle Harta istasyonuna gitmelerini bildirdim. Çamlıkta daha bazı emirler verdikten sonra ben de Harta Istasyonu’na hareket ettim. 14. Süvari Alayı ile Akhisar mıntıkasına bağlı bazı nizamiye ve Milli piyade kıtaları burada bulunmakta ve yeni bir savunma hattı kurmaya çalışmakta idiler.
14. Süvari Alayı’nın fedakar subaylarını burada Akhisar’ın kaybından dolayı çok üzüntülü gördüm. Kendilerine gelecek vaziyetlere ait düşüncelerimi söyledim. Soma’nın doğusunda toplamakta olduğum yedek kuvvetlerin düzene sokulması için tertibat almasını 14. Alay’a tebliğ ettim. Mıntıka Kumandanı Derviş Bey bu alayın yanında kaldı. Ben Kırkağaç Çamlığı’na döndüm ve burasını geçici olarak karargah yaptım. Bu çamlık, demiryolu yakınında ve karargah olarak müsait olabilecek bir yerde idi. Geceyi burada geçirdim. Soma cephesinde, bütün gece tüfek, makineli tüfek ve bomba sesleri devam etti.
24 Haziran sabahı vaziyeti daha iyi görmek için Soma istasyonu ile Çamlık arasındaki etrafa hakim bir tepeye çıktım. Oraya giderken o gece Soma cephesinde yapılan muharebenin neticesi hakkında malumat almak üzere, karargah süvari takım kumandanı Kemal Bey’ı (Izmirli Yıldırım Kemal Bey’dir, çok fedakar hizmetlerden sonra Afyon taarruzu sırasında Küçük köy Istasyonu’nda şehit olmuştur) beş süvari ile Soma maden ocakları yönünde keşfe gönderdim. Çıktığımız tepeden gördüğümüz durum şöyleydi:
Harta Boğazı’ndan şiddetli top sesleri geliyor ve bize bağlı süvari ve piyadeler kısmen Kırkağaç ve kısmen Gelembe’ye çekiliyorlardı. Keçeci Hafız Emin Bey’in kumandasındaki süvariler de Kırkağaç’tan Harta Boğazı’na doğru yürümekte iken geri döndüler. Soma cephesinden şiddetli top ve tüfek sesleri işitiliyordu ve kıtalarımızın çekilmekte oldukları da görülüyordu. Vaziyet tamamıyla anlaşılmıştı. Harta Boğazı’ndan çekilen Kaymakam Sabri Bey, emrin deki birkaç zabitle geldi. Harta Boğazı’nda yapılmış olan çarpışmalar hakkında bilgi verdi. Süvari Alayı’nın çok kabiliyetli ve fedakar subaylarından biri olan Yüzbaşı Halil Efendi’nin şehit olduğunu, Derviş Bey’in de kolundan yaralandığını öğrendim. 14. Süvari Alayı burada da kahramanlığını göstermiş ve zayiat verdirmişti. Yüzbaşı Zeki Bey de (sonradan Hava Orgeneral Zeki Doğan Paşa) bu çarpışmada yaralanmıştı”.
Harta yöresinde yapılan bu savaştan sonra Yunan birlikleri Bakır ve Kırkağaç’ı işgal edecekler, Albay Kazım Bey de emrindeki kuvvetlerle Savaştepe civarına çekilerek Yunanlılara karşı bir başka cephenin hazırlıklarına girişecektir’
İşgal Günleri
24 Haziran 1920 günü öğleden sonrası Kırkağaç’a giren Yunan askerleri, halka karşı sert hareketlere başlamışlar, sudan bahanelerle birçok kişiyi yakalayarak Rum Kilisesi’nin mahzenlerine kapatmışlardı. Bir iki gün sonra işgal kumandanı Yüzbaşı Safiros, ilçenin ileri gelenlerini, başlarında o yıllarda Kırkağaç Müftüsü bulunan Muharrem Hasbi Efendi olmak üzere Müftü Hanı’na toplamış, Kırkağaç halkının Yunan işgalini kabullendiğine dair bir belgeyi imzalamalarını istemişti. Yurtsever ve çok aydın bir din adamı olan Müftü Muharrem Efendi ve yanındaki diğer kişiler, bu isteğe şiddetle karşı çıkarak topluca Müftü Hanı’ndan ayrılmışlar, daha sonra aracılık için gelen Metropolit vekili Koloktronis’in görüşme isteğini de geri çevirmişlerdi.
Bu mağlubiyeti hazmedemeyen Yüzbaşı Safiros, bir süre sonra Muharrem Hasbi Efendi’yi, manifaturacı Hadımlı Ahmet Faik Efendi’yi, İslam Toplumu Başkanı Hamdi Bey’i (Somay), Bakır’lı Şefik Bey’i (Paksoy), Saçlı Efe ve Kamalı Efe’nin tüm aile fertlerini, Yaya köylü Hafız Nihat Efendi’yi ve tehlikeli buldukları kadın erkek birçok Kırkağaçlıyı, Girit Adası’ndaki Hanya şehrine sürecek, işgal altında bile Yunan zulmüne boyun eğmeyen bu yurtseverler, ancak büyük zafer sonrası, vatan topraklarına dönebileceklerdir. Kumandan Safiros, zaman zaman Türklerin evlerinde silah gizlediklerini bahane ederek sokağa çıkma yasakları koyar, tutarsız emir ve oldu bittilerle ilçede bir terör havası estirirdi. Bu dengesiz yüzbaşının davranışlarından tedirgin olan Kırkağaç halkı, çareyi Rum toplumunun ileri gelenleriyle beraber Safiros’u İzmir Yunan İşgal Valisi Stelyidis’e şikayet etmekte buldu ve kendisini, yanındaki yardakçı subaylarıyla Manisa’ya tayin ettirdi. Bu korku ve acı dolu günler sürüp giderken, bir sabah sokağa çıkan halk, mavi-beyaz renkli Yunan bayraklarının alışılagelmiş yerlerinde asılmadıklarını fark ettiler. Rum ve Ermeni kiliselerinin çanları sürekli çalınıyor, dükkanlarını kapatan gayri Müslim esnaf, panik halinde kiliselerine koşuyorlardı. Ne olup bittiğini anlayamayan Türkler ise şaşkındı. Ulaşım ve haberleşme Yunanlı!arın elinde olduğu için Türk Ordusu’nun’uğratıp İzmir’e doğru kovaladığını kimse bilmiyordu.Aynı gün, Balıkesir yönünden gelen tıka basa Yunan askeri dolu bir tren, Kırkağaç’taki kuvvetlerini ve yerli Rumlardan bazılarını da alıp İzmir’in yolunu tutmuştu. Bu sırada şehirde büyük bir sessizlik vardı. Azınlıklar ve Türk ahali, sonucun ne olacağını kestiremedikleri için hareketsiz bekliyorlardı.
Ertesi sabah, yıllardır Sındırgı, Demirci, Gördes cephelerinde Yunanlılarla kıyasıya çarpışan 12. Akıncı Müfrezesi, başında kumandan Saçlı Efe, arkadaşları Kamalı Efe, Çerkez Ziver, Kürt Hamdi Efe, Ramizzade Hasan Bey (Taneri) ve Koldere’li Recep Efe gibi kahramanlarla gelerek Kırkağaç’ta yönetimi ele aldı.
Burada söz edilmesi gereken acı bir olay da 1916 yılından beri Kırkağaç Kaymakamı olan Şerif İlhamı Bey’in’ de Yunan destekçisi oluşu ve Yunan Ordusu ile birlikte İzmir’e kaçmış olmasıdır. İşte bu nedenle oluşan otorite boşluğu yukarıda adı geçen halk kahramanları tarafından doldurulmuştur.
Bu arada halk, hürriyetlerine kavuşacakları güzel günleri beklerken, hiç ummadıkları acı bir sürprizle karşılaştı. Kütahya Altıntaş’ta yedek olarak bekletilen Albay Plastiras komutasındaki bir Yunan Tümeni, Türklerle hiç savaşa girmeden kaçmayı yeğlemiş, 10 Eylül 1922 günü öğle sonrası, Siledik Tepesi yanından Kırkağaç Ovası’na inerek Yayılgan diye anılan geniş alanda konuşlanmıştı. Bu arada kasabanın sağına soluna birkaç top mermisi atarak göz dağı vermiş, halkın panik içerisinde çevredeki zeytinliklere ve tepelere kaçışmasına neden olmuştu.
Milli mücadele ile ilgili anılarını anlatmayı pek sevmeyen Saçlı Mustafa Efe, belki de akrabalık bağımızın da etkisiyle beni kırmayarak 24 Temmuz 1959 günü Harta’daki çiftliğinde o günleri şöyle dile getirmişti (S. 5.):Yunan cephesinin bozulup,ordusunun perişan vaziyette ricata başladığını duyuyorduk. Ama ilk sağlıklı havadisi, Eylül başlarında Kırkağaç Belediye Meclisi’nde de üye olan Rum hemşerimiz Akilef Efendi getirdi. Ona da Salihli’deki damadı Todori, telgrafla bildirmiş. Zaten o günlerde Kırkağaç’taki Yunan Birlikleri de aniden buradan ayrılmışlardı ve onlarla beraber Kaymakam Şerif Bey de Yunanlılarla birlikte Kırkağaç’ı terk etmişti. Yani bir otorite boşluğu doğmuştu. Belediye Reisi Sivrizade Arif Ağa ile müşavere (durum değerlendirmesi) ederek hemen hükümet konağına gidip idareyi ele aldım. Eşraftan diğer kişilerle ve emrimdeki adamlarımla her türlü karışıklığı, çapulculuğu önlüyor ve çok büyük çoğunluğu Yunanlılara da bizim gibi karşı çıkan Rum ve Ermenilerin de canlarını, ırzlarını koruyorduk.
Zaten işgal esnasında hainlik yapanlar, tıpkı kaymakamın yaptığı gibi Yunanlı askerlere sığınıp, onlarla birlikte kaçmışlardı. Artık her an Türk askeri beklediğimden, Karaosmanoğlu Camii minaresinde ve Kırkağaç’ın yüksek yerlerinde gözcülerim vardı. Ahali, tedarik ettikleri bayraklar ve kurban edecekleri hayvanlarla, meydan ve sokaklarda öbek öbek bekleşiyordu. Konağın ovaya bakan yan odasında arkadaşlarla otururken gözcülerden birinin getirdiği haber hepimizi sevindirdi. Siledik Tepesi önlerinde büyük bir toz bulutu görmüşlerdi. Bu kalabalık, bir askeri birliğin geldiğinin alametiydi. Birkaç dakika sonra Kamalı ve Çerkez Ziver pencerenin önünden beni öbür odaya götürdüler ve Ülen Efe, bizim yolladığımız atlı zeybekler tren yolu boyunca Bakır Ovası’na doğru kaçıyorlar sakın bu gelen Yunan askeri olmasın? dediler.
Dürbünümle gelenleri incelerken, süvarilerin mızraklarının ucundaki mavi-beyaz şeritler ve ortası beyaz istavrozlu mavi bayraklardan, gelenin bizim askerimiz olmadığını anladım. Yanımda bulunanlardan Sivrizade Şükrü Bey ve Akilef Efendi’ye, Sivrizade Arif Efendi’ye ve ayni zamanda Belediye Meclis Üyesi olan Rum Efenduli Bey’e durumu çabucak anlattım. Bu arada düşman kasabaya doğru top atışları yapmaya başlamıştı. Bunların korkutma ve ikaz atışları olduğunu biliyordum. Ama işin doğrusunu bilmeyen ahalide panik başlamıştı. İlk mermi istasyon yolu üzerindeki eski mezarlık önlerine, ikincisi Kayadibi Köyü’ne yakın bir zeytinliğe, üçüncüsü de kasabanın üzerinden aşarak Top Evi’nin oralara düştü. Arkadaşlarımla yaptığım istişareden sonra Sivrizade Şükrü Bey’e dönerek:Sivrizade, sen Rumca’yı iyi bilirsin. Yanına Hacı Halil’i, Efenduli ve Akilef Bey’leri alıp beyaz bayraklı bir karaço ile gelen birliğin kumandanına gidin ve ona, Nureddin Paşa’nın İzmir’e girdiğini, süvari birliklerinin Dikili ve Ayazmend (Altınova) yollarını keserse hepsini esir alacaklarını, sorumluluğa girip silahsız olan kasaba ahalisine ateş açmamasını, kasabaya da bir zarar vermemesini bildirin dedim.
Heyet başkanı olarak giden Şükrü Bey iki üç saat sonra, çekildiğim Koca avlu zeytinliklerinde beni buldu. Anlattıklarına göre gelen asker, Albay Plastiras kumandasında, Kütahya’nın cenubunda yedek bekleyen İİ. Yunan Tümeni imiş. Kumandan Plastiras Şükrü Bey’i dinleyince gülümsemiş ve:
- Biz burada kısa bir tevakkufdan (durma, bekleme) sonra yola devam edip Dikili’ye çıkacağız. Yalnız askerim günlerdir aç ve yorgun, bitkin bir haldedir. Erzak verilirse kimseye bir zararımız olmayacak. Sizleri gönderen kumandana böyle söyleyin diyerek geri göndermiş. Nitekim 5-6 saatlik bir moladan sonra gece olmasına rağmen başıbozuk bir yürüyüşle çekip gittiler. Başta Metropolit Koloktronis olmak üzere, onlara erzak veren diğer Rum ve Ermeni toplumundan çok sayıda kişi de peşlerine takıldılar”.Bu 6 saatlik ikinci işgalden sonra güzel Kırkağaç’ımız 12 Eylül 1922’de sonsuz hürriyetine kavuşacaktır.Şimdi’de aynı olayı bir de Ambelas’ın 1942 yılında Yeni Onbinlerin Dönüşü adıyla kaleme aldığı kitaptan, Yunan komutanın anılarından aktaralım:
“Yunan Alayı’nın diğer kıtaları, tren istasyonunu geçerek şehrin kuzey ve kuzeydoğu taraflarında konaklamaya geçtiler. İstasyona gelmiş olan Türk ve Rumların ileri gelenleri, Türk ve Yunan orduları arasında mütareke ilan edildiği, Yunan Ordusu’nun, İzmir’de bulunan mühimmatı kıta Yunanistan’a gönderilmek üzere, İngiliz ve Fransız vapurlarına yüklendiğine dair haberler aldıklarını bildirdiler.
Kırkağaç kasabası, minarelerine ve tüm evlerine çekilmiş olan Türk bayrakları ile donatılmış ve Türk kuvvetlerini karşılamak için hazırlanmıştı. Artçıda bulunan bataryamla, tren istasyonuna gelip,oradan geçtiğimiz sırada, kasaba halkından birçok Rum, Ermeni ve Türklerin ellerinde kırmızı bayrak ve başlarında fes olduğu halde,Türk kuvvetlerini karşılamaya gelir gibi, bizi de karşılamaya gelmişler ve ellerindeki şeylerle bizi görünce hayret ve utanç içinde kalmışlardı. Yunan Ordusu’nun mağlubiyet cezasını, kendi malları ve belki de canlarıyla ödeyeceklerinden, çok kederli ve gamlı bir durumdaydılar. Bunlar, Türklere hoş görünmek için her istediklerini yapmakta ve seçtikleri bir heyeti, başlarında Rum Metropolit Vekili Istilyonis Koloktronis olmak üzere, istasyonda bulunan komutana göndererek, Türklere dokunulmaması, şehre girilmemesi kaydıyla, istenilen şeylerin hepsinin temin edileceğini söylemeye mecbur edilmişlerdi.
İstasyona, müftü ile Belediye Reisi dahi gelip ayni ricayı tekrarlamışlardı. Tümen komutanı, şehir dışında konaklamayı kabul etmiş, buna karşılık istenilen şeylerin zamanında tedarikini ve şehir içinde bir tek silah atılmamasını, aksi takdirde şehrin ateşe verileceğini söylemiştir, Gelen heyet de bu teklifi kabul ederek, ekmek ve diğer erzakın istasyona gönderilmesini ilgililere duyurmuşlardır. Gece yarısına kadar istenilen ekmek, peynir ve arpa, tümen levazımına, istasyonda teslim edilmiştir.
Şehir halkının durumu çok güçtü. Kırkağaç’ın Türk Halkı’ndan yardım ve koruma görecekleri ümidiyle, yeniden fes giymeye mecbur olmuşlar ve Türklere karşı iltifat edici durumda bulunmak zorunda kalmışlardı. Zira, kurtarıcı Türk Ordusu’nun geleceği kesindi. Şimdi ise hiç beklemedikleri bir anda bizler gelince ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Bizi karşılamaları gerekirdi. Oysa biz durucu değildik. Mantıken bize karşı soğuk davranmaları da icabederdi.
Mağlup düşman tarafına mensup tümenimiz Yunan bayrakları altında konaklıyor; fakat bu yenilmiş kuvvet burada sanki galipmiş gibi emir verici bir konumda ve bütün evleriyle minarelerine Türk bayrakları asılmış bir şehrin hemen yakınında bulunuyordu.
Kırkağaç, Türk yönetiminde olduğunu Türk bayraklarıyla süslenerek gösteriyordu. Hemen yakınlarında da Yunan bayrakları sallanıyor. Ama iki idare var ve Türk yönetimi bizim emrimizde.Öyle ki biz emrediyoruz, Türk yönetimi rica ediyor. Tarihte ilk defa görüle
bilecek çok ilginç bir durum.
Akşam üzeri saat 18.00 sıraları, Rum ve Ermeni ileri gelenlerinden bir grup tümen kumandanına gelerek, kendilerinin mal ve can güvenliklerinin tehlikede olduğunu, Türklerin toplu katliamlara girişebilecekleri korkusu taşıdıklarını bu sebeple bizlerle beraber gitmeye karar verdiklerini ve buna izin verilmesini rica etmişlerdi. Mesele aramızda müzakere edilerek, Türkler tarafından püskürtüldüğümüzde var olabilecek tehlikeye rağmen, Kırkağaç ve civar köylerden burada toplanmış bulunan dört bin muhacirin bizimle gelmesi kararı alındı. Onlara şefkat göstererek bu biçareleri götürmemizle, onları mutlak bir ölümden kurtardığımıza inanıyorduk. Bu karar, hem tümen efradını, hem de zavallı muhacirleri çok sevindirdi.
Bizimle gitme kararını öğrendikleri andan itibaren hareket saatine kadar, şehirden ordugahımıza hakiki bir göç başladı. Bu zavallılar alabildikleri eşyalarını beraberlerine almış, kalanlarını da öteden beri kendileriyle hoş bir hayat geçirmiş oldukları Türk komşularına bağışlamışlardı. Yollarda geçirebilecekleri zorlukları ve tehlikeleri akıllarına bile getirmiyorlar, bize karşı minnettar ve şen görünmeye çalışıyorlardı. Henüz talihsizliklerinin dehşetini hissetmiyorlardı.
Kırkağaç’taki tümenimiz, bir gün önce Manisa ve İzmir’in Türklerin eline geçtiğini öğrenmişti. Diğer birliklerimizle Manisa’da birleşme planımızdan vazgeçip, en kısa yoldan denize ulaşmak amacıyla, Yunan adalarından Midilli’nin karşısındaki Dikili limanına gitmeye karar verdik. Bu arada, şehirdeki son Rum da ayrıldıktan sonra Kırkağaç Metropoliti de ordugaha geldi ve yürüyüş başladı. 0 gece, akıncı müfrezesi, kasaba halkı ile yapılan anlaşmadan habersiz, artçılarımızın üzerine ateş açıyordu. Ateşin geldiği köye (Öveçli) top ateşi ile karşılık verilince ortalık tekrar sakinleşiyordu”.
Ambelas’ın dürüst anlatımı yanında, Saçlı Efe’den aktardığımız bölümleriyle de pek ters düşmediğini gözlüyoruz. Yalnız “kasaba halkından birçok Rum, Ermeni ve bazı Türkler ellerinde kırmızı bayrak ve başlarında fes olduğu halde ...“ diye devam eden bölüm gerçeklere uymamaktadır. Gidenler, gelenlerin kim olduklarını bilerek istasyona gittiklerine göre neden utanç duyup hayretler içinde kalsınlar ? Dahası, Ermeni asıllı hemşerimiz ve Rumların ileri gelenlerinin tümü de fes giymekteydiler. Fabrikatör Aznavuryan silindir şapka giydiği için halk arasında “şapkalı” diye ünlenmişti.
Bu çeşit hatalı yargıları taşısa da, Yunanlı albayın bu anıları,bizlere “dün”ü unutturmuyor, bugünlerimizi ise daha iyi anlamamızı sağlayan bir köprü kuruyor.
(Ümit Evran - M.Selçuk Satı’nın ‘’Geçmiştin Günümüze Kırkağaç’’ adlı kitabından alınmıştır)