T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
WEB SİTESİ GİZLİLİK VE ÇEREZ POLİTİKASI
Web sitemizi ziyaret edenlerin kişisel verilerini 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca işlemekte ve gizliliğini korumaktayız. Bu Web Sitesi Gizlilik ve Çerez Politikası ile ziyaretçilerin kişisel verilerinin işlenmesi, çerez politikası ve internet sitesi gizlilik ilkeleri belirlenmektedir.
Çerezler (cookies), küçük bilgileri saklayan küçük metin dosyalarıdır. Çerezler, ziyaret ettiğiniz internet siteleri tarafından, tarayıcılar aracılığıyla cihazınıza veya ağ sunucusuna depolanır. İnternet sitesi tarayıcınıza yüklendiğinde çerezler cihazınızda saklanır. Çerezler, internet sitesinin düzgün çalışmasını, daha güvenli hale getirilmesini, daha iyi kullanıcı deneyimi sunmasını sağlar. Oturum ve yerel depolama alanları da çerezlerle aynı amaç için kullanılır. İnternet sitemizde çerez bulunmamakta, oturum ve yerel depolama alanları çalışmaktadır.
Web sitemizin ziyaretçiler tarafından en verimli şekilde faydalanılması için çerezler kullanılmaktadır. Çerezler tercih edilmemesi halinde tarayıcı ayarlarından silinebilir ya da engellenebilir. Ancak bu web sitemizin performansını olumsuz etkileyebilir. Ziyaretçi tarayıcıdan çerez ayarlarını değiştirmediği sürece bu sitede çerez kullanımını kabul ettiği varsayılır.
Web sitemizi ziyaret etmeniz dolayısıyla elde edilen kişisel verileriniz aşağıda sıralanan amaçlarla T.C. İçişleri Bakanlığı tarafından Kanun’un 5. ve 6. maddelerine uygun olarak işlenmektedir:
Web sitemizi ziyaret etmeniz dolayısıyla elde edilen kişisel verileriniz, kişisel verilerinizin işlenme amaçları doğrultusunda, iş ortaklarımıza, tedarikçilerimize kanunen yetkili kamu kurumlarına ve özel kişilere Kanun’un 8. ve 9. maddelerinde belirtilen kişisel veri işleme şartları ve amaçları kapsamında aktarılabilmektedir.
Çerezler, ziyaret edilen internet siteleri tarafından tarayıcılar aracılığıyla cihaza veya ağ sunucusuna depolanan küçük metin dosyalarıdır. Web sitemiz ziyaret edildiğinde, kişisel verilerin saklanması için herhangi bir çerez kullanılmamaktadır.
Web sitemiz birinci ve üçüncü taraf çerezleri kullanır. Birinci taraf çerezleri çoğunlukla web sitesinin doğru şekilde çalışması için gereklidir, kişisel verilerinizi tutmazlar. Üçüncü taraf çerezleri, web sitemizin performansını, etkileşimini, güvenliğini, reklamları ve sonucunda daha iyi bir hizmet sunmak için kullanılır. Kullanıcı deneyimi ve web sitemizle gelecekteki etkileşimleri hızlandırmaya yardımcı olur. Bu kapsamda çerezler;
İşlevsel: Bunlar, web sitemizdeki bazı önemli olmayan işlevlere yardımcı olan çerezlerdir. Bu işlevler arasında videolar gibi içerik yerleştirme veya web sitesindeki içerikleri sosyal medya platformlarında paylaşma yer alır.
Oturum Çerezleri (Session Cookies) |
Oturum çerezleri ziyaretçilerimizin web sitemizi ziyaretleri süresince kullanılan, tarayıcı kapatıldıktan sonra silinen geçici çerezlerdir. Amacı ziyaretiniz süresince İnternet Sitesinin düzgün bir biçimde çalışmasının teminini sağlamaktır. |
Web sitemizde çerez kullanılmasının başlıca amaçları aşağıda sıralanmaktadır:
Farklı tarayıcılar web siteleri tarafından kullanılan çerezleri engellemek ve silmek için farklı yöntemler sunar. Çerezleri engellemek / silmek için tarayıcı ayarları değiştirilmelidir. Tanımlama bilgilerinin nasıl yönetileceği ve silineceği hakkında daha fazla bilgi edinmek için www.allaboutcookies.org adresi ziyaret edilebilir. Ziyaretçi, tarayıcı ayarlarını değiştirerek çerezlere ilişkin tercihlerini kişiselleştirme imkânına sahiptir.
Kanunun ilgili kişinin haklarını düzenleyen 11 inci maddesi kapsamındaki talepleri, Politika’da düzenlendiği şekilde, ayrıntısını Bakanlığımıza ileterek yapabilir. Talebin niteliğine göre en kısa sürede ve en geç otuz gün içinde başvuruları ücretsiz olarak sonuçlandırılır; ancak işlemin ayrıca bir maliyet gerektirmesi halinde Kişisel Verileri Koruma Kurulu tarafından belirlenecek tarifeye göre ücret talep edilebilir.
Kırkağaç ünlüleri deyince akla gelen isimlerden ilki Türk Hiciv sanatının büyük ustası Şair Eşref’tir. Bu ünlü “Heccav” üstüne yazılmış hayli eser bulunmaktadır.
Şair Eşref önemli bir isimdir. Çünkü varlığı ile, şiirleri ile sadece yaşadığı dönemde II. Abdülhamid istibdatına baş kaldırmakla kalmamış, eleştirel tavırlarıyla kendinden sonra gelecek kuşaklara da örnek olmuştur. Bakın bir Eşref araştırmacısı onun için ne diyor:
“Bu bakımdan ona, ‘çağdaşımız Eşref’ demek yerinde olur. II. Abdülhamid ve Meşrutiyet devirlerinin toplumsal ve siyasal baskılarına başkaldıran; bütün ezici, gerici ve çıkarcı güçlere karşı kalemini bir silah olarak kullanan ve bu yüzden ömrünün büyük bir kısmını hapis ve sürgünlerde geçiren Eşref, kendi devrine gelinceye kadar yergiyi sanat alanında hep ikinci uğraş olarak alan sanatçıların tutumunun tersine, onu tek uğraş alarak seçmiş; böylece, yergi türünü bağımsız bir edebiyat dalı haline getirmiştir.”
Eşref sadece Abdülhamid’i değil, yeri gelince İttihatçıları, yeri gelince de İkinci Meşrutiyet’i de o sivri diliyle eleştirmekten çekinmemiştir. İşte Eşref ten birkaç mısra:
Kör topal toplandı meb’usanımız
Bir tarafta kalmadı noksanımız
Meclise dizdim büyük küpler gibi,
Arz-ı endam ettiler ...neler gibi.
........................................
Arkadaşlar, haydi yekavaz olun,
Bir sürü güya kümeste kaz olun
Bir ağızdan bağırın “millet” diye,
“Bin yaşa ey şanlı hürriyet” diye
Bin gürültü, bin şematet eyleyin,
Cabeca izharı hiddet eyleyin
Eyleyin yekdiğere birden hücum
Böyle şaşkınlıklara vardır lüzum.
Hangi bir iş olsa kavgasız geçen,
Daima eyler ahali sui zan.
Haydi siz de öylece kavga edin,
Türklüğü lakin güzel icra edin.
Uğraşırken siz, bina sarsılmalı
Pantolon, setre, yelek yırılmalı
İndirin yekdiğere şaplakları,
Aşk edin enseye ta tırnakları
Defteri yekdiğeri cebren dürün
Bazı meb’usu doğarken öldürün
İstirahat eyleyin bel altı gün,
Her zaman size hayır böyle düğün.
Ünlü şairimiz 1847 yılında Gelenbe’nin Orta Mahallesinde, 39 numaralı evde doğmuştur. Usulizade Hafız Mustafa Efendi’nin ve Arife Hanım’ın oğludur. Babası Hafız Mustafa Efendi Gelenbe Camii'nin imam hatibi ve Gelenbevi İsmail Efendi’nin torunuydu ve İbrahim Müteferrika’nın kurduğu ilk matbaada mukabelecilik (editörlük) yapmış bir zattı. İlk öğrenimini Gelenbe’deki mahalle okulunda (sıbyan mektebi) tamamlayan Eşref, babasının zorlamasıyla hıfza (kuranı ezberlemek) çalışmış ve altı ay sonunda hafızlık duasını yapacak ölçüde bellek gücü göstermişti.
Manisa’da Hatuniye Mederesesi’nde Arapça ve Farsça öğrenimi gören Eşref, o sırada Sultaniye Müderrisi Rıza Efendi’den matematik ve tarih dersleri almıştır. İlköğrenim yıllarının ardından yirmi, yirmibeş yaşlarına kadar zeybek kılığıyla dolaşıp, başıboş yaşadığı bilinmektedir.
Daha sonraları Manisa Tahrirat Kalemine girerek memuriyet hayatına başlamış ve kılık kıyafetini düzene sokmuştur (27 Eylül 1870).
1875 yılında Akhisar Malmüdürlüğü ve Kaymakam Vekilliği yapan ve 19 Ocak 1878’de İstanbul’a giden Eşref, üçüncü sınıf kaymakamlık sınavını kazandıktan sonra şairlikte de şöhret kazanmaya başlamıştır. İlk yazdığı dörtlüğün aşağıdaki olduğu söylenir:
Pertevi ikbaldir herkesteki şevkü şitab,
Gör ki bir pervane kalmaz, şem’a vakta ki söner
Farkı yoktur şimdi bir şemsiyyeden bir dostun
Kim havada bir fena suret görünce ters döner
15 kadar değişik ilçede 1879-1902 yılları arasında Kaymakamlık yapan Eşref, bu arada devrin ve yönetimin kötülüklerini görmezden gelmemiş, başta II. Abdülhamid olmak üzere saray çevresindeki birçok kişinin halka yaptığı zulüm ve baskıyı çok ince bir ironi ile dörtlüklerine yansıtmıştır.
Eşref, Kırkağaç Kaymakamı iken gayrımüslim meclis üyeleri ile arasında oluşan bir sorun nedeniyle Kamil Paşa tarafından azledilir ve İzmir’e yerleşir. O esnada Kamil Paşa’ya şu dörtlüğü yazar:
Tirilim öyle ki, ey vali-i alihimmet
Cep delik, yok metelik, kise bakırdan hali
Yok kıyafetçe benim bitpazarından farkım
Sayenizde olalı kaymakam istibdali
Eşref, Abdülhamid karşıtı tutumları nedeni ile 12 Aralık 1902’de İzmir’deki evinde tutuklandığında Gördes Kaymakamı idi. Bir yıl kadar hapiste kaldı. Daha sonra Mısır’da dört yıl süren bir gönüllü sürgün süresi başladı. Mücadelesini sürdürmeye ve eserlerini yazmaya devam etti. Bu süre içinde Fransızca öğrenmeye çalıştı ve bir süre de Paris’te kaldı. O süre içinde de Paris’te bulunan istibdat karşıtı yurtseveerlerle dayanışma içine girdi.
Eşref’in hürriyet ve adalet aşkıyla yanan kalbi, lavlar, ateşler saçan yanardağlara benzerdi. Eşref, geriliğe bağlı bir gelenekçi değil idi. Daima çağdaş ve uygarca ilerlemeler karşısında, Türk’ün kara bahtına ağlayan koyu bir milliyetçiydi. Avrupa’nın gelişme yollarında atılımlar yaptığını gördükçe üzülür, bunları görüp harekete geçmeyen Türk’ün kaderine boyun eğip, işi oluruna bırakmış duruşundan incinerek derin bir ah çekerdi. İşte bu ahın sonucunda ortaya çıkan dörtlüklerden biri:
Nasıl zıt olmasın alemde garbiyunla şarkiyyun,
Güneşten hepsinin güya nuru mah olmuştur.
Ziraat, marifet, sanat, saadet şimdi onlarda,
Cehalet, meskenet, zillet, rezalet bizde kalmıştır.
Eşref, memleket hakkındaki arzularının gerçekleşmediğini görünce, insanlardan ne kadar yıldığını ve onların vefasızlığından nasıl nefret ettiğini şiirlerinde açıkça belirtir:
Mümkün olsa kaçarım alemi ervaha kadar.
İhtilat eylemem ecsam ile makberde bile,
Şol kadar eyledim insan oğlundan nefret,
İstemem yüzlerini görmeği mahşerde bile.
Eşref, 22 Mayıs 1912’de Kırkağaç’ta o zamanların amansız hastalığı olan veremden, eski Bahçıvan Pazarı’ndaki evde ölmüştür. Eşref’in öldüğü oda, yıllar sonra benim doğduğum odadır (U.E.). Kırkağaç mezarlığındaki kabrinin taşında şu ünlü dörtlüğü yazılıdır:
Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için,
Gelmesin reddeylerim billah öz kardaşımı.
Gözlerim ebnay ademden ol rütbe yıldı kim,
İstemem ben Fatiha, tek çalmasınlar taşımı.
Şair Eşref hakkında en kapsamlı araştırmalardan birini yaparak yayınlayan Alpay Kabacalı’nın önsözünden bir bölümü buraya almakta yarar gördük:
“Yazarlar, edebiyat tarihçileri, eleştirmenler neredeyse oybirliği ile Eşref'in en büıük, en önemli heccavımız olduğu yargısına varıyorlar. Buna karşın Eşref, gerektiği ölçüde üzerinde durulmamış, genç kuşaklara yeterince tanıtılmamış bir şair. Bunun nedenleri şöyle özetlenebilir:
Bir kere, geleneksel (Divan şiirine yaslanan) edebiyat anlayışı yergiye, yergi şiirine iyi gözle bakmamış. Bunda hicviye yazan divan şairlerinin divanlarını sövgü ile doldurmalarının da payı vardır. Cumhuriyet döneminde de, hem bu yüzden, hem siyasal iktidara yaranmak isteyen birtakım işgüzarların çabasıyla yergi türü ve Eşref lise müfredat programı dışında bırakılmış. Öte yandan, Eşref’in gerek yaşayışı gerek yergileriyle ‘şifahi’ bir kişi oluşu (dörtlüklerini ‘yaz maktan değil söylemekten’ hoşlanması ve İstanbul’un edebiyat çevreleri dışında yaşaması vb.), onunla ilgili araştırmaları güçleştirmiş. Yine de, şiiri ‘benliğinin iliklerinden süzerek bazan bireylerin, bazan toplumun manevi yüzüne fırlatan’ Eşref hakkında, günümüz okurlarının sadece kahve sohbetlerini dolduran yakası yırtık fıkra ve mısralardan başka birşeyler öğrenmek, onun çarpıcı buluşlarını, vurucu dizelerini okuyup deyiş ustalığından ve zekasından tat almak istemedikleri öne sürülemez”.
Eşref’in eserleri şunlardır:
1- Deccal I(1904),
2- İstimdad (1906),
3- Şah ve Padişah (1906),
4- Deccal II (1907),
5- Deccal III (1907),
6- Hasbıhal (Yahut Eşref ve Kemal)(1908)
7- İran’da Yangın Var (1908),
8- Kuyruklu Yıldız (1910),
9- Eşref’in Rüyası (1911),
10-Meclis-i Mebusan (1911),
11-Bergüzar (1911),
12-Dayaklı Çavuş (Basılmamış piyes).
Şairin bunlardan başka, Kıtalar ve Hikayeler, Köy ve Hikayeler, Köy Düğünü, Köy Mektepleri gibi, gazetelerde yayınlanmış eserleri vardır. Son eseri Tercüman-ı Millet veya Kaside-i Hürriyet adlı uzun bir manzumedir. Bu eserin bir kısmı 1928 yılında Vakit Gazetesi’nde yayınlanmıştır.
GELENBEVİ İSMAİL EFENDİ (1730 - 1791)
Türk ve İslam kültür dünyasının tanınmış ilim adamlarından biri olan Gelenbevi 1143 (1730) yılında ilçemize bağlı Gelenbe Bucağı’nda doğmuştur. İsmail Efendinin babası ve dedesi, Gelenbe’de yıllarca müftülük ve müderrislik yaparak ilme hizmette bulunmuş, fazilet sahibi mükemmel insanlardı.
İsmail Efendi, ilk öğrenimine Gelenbe’de başlamış olup, gençlik yıllarına kadar buradaki öğrenim kurumlarına devam etmiştir. İlim yolunda adım adım ilerleyerek, bilgisini her geçen gün biraz daha arttırma gayreti içinde olmuştur. Ama Gelenbe’de bu olanakları bula mayınca İstanbul’a gitmeye karar verir. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1467-1471 yılları arasında inşa ettirilen Fatih Külliyesi’ne kaydolur. Burada zamanın en ünlü hocaları olan Yasıncızade Osman Efendi ile, Ayaklı Kütüphane diye ünlenen Müftüzade Emin Efendi'nin öğrencisi olmuştur.
Çok başarılı bir öğrenim hayatından sonra, 1763 yılında, icazetnamesini alarak müderrislik yapmaya başlar. Buna rağmen Mehmet Emin Efendi’den üst seviyede dersler almaya devam ederek inceleme ve araştırmalarını sürdürür. Nitekim mantık konularını içeren Burhan adlı eserini bu sırada yazmıştır.
Prof. Dr. Nihat Keklik, İslam Mantık Tarihi ve Farabi Mantığı isimli eserinin 1. cildinin 68. sayfasında “Gelenbevi’nin asrının en büyük mantıkçısı olduğuna şüphe yoktur” demektedir.
Gelenbevi öğrenim dönemlerinde, medreselerin ders programlarında akli ilimlerin yeterince yer almamasına rağmen, o kişisel çabalarıyla ve bıraktığı eserleriyle bu alandaki kudretini de kanıtlamıştır. Özellikle matematikte, Avrupa’ya kadar giden bir üne sahip olmuştur. İstanbul’a gelen bir Fransız mühendisinin, Ismail Efendi tarafından kendisine sunulan Logaritma Risalesi’ ni inceledikten sonra etrafındakilere dönerek “Bu adam Avrupa’da olsaydı ağırlığınca altın ederdi” sözü o devrin aydınları arasında dolaşmıştır.
III.Selim devrinde (1789-1807) cereyan eden bir olay, tekrar tüm dikkatleri Gelenbevi!nin üzerine çekmiştir: Kağıthanede padişahın huzurunda yapılan bir askeri tatbikatta, bazı gösterilerden sonra top atışlarına geçilmiş fakat atılan mermilerin hiçbirisi hedeflere isabet ettirilememiştir. Devletin parasıyla okuyan subayların bu başarısızlığı III.Selim’i çok üzer ve “Bunları tam hesaplayacak biri yok mu ?“ diye maiyetine sitem eder. Bunun üzerine padişaha Gelenbevi İsmail Efendi salık verilir. Padişahın emriyle Zeyrekteki görevinden atış alanına getirilen Gelenbevi huzura çıkar. Matematik kuralları gereğince ince hesaplarla mermilerin vaziyet ve yönünü düzelttikten sonra üç defa atış yapılır ve her defasında tam isabet sağlanır. Padişah bundan büyük bir haz duyar ve Gelenbevi’ye günlük dört okka pirinç tahsis ve tayin eder. Bu yardımı, Gelenbevi çocukları onun ölümünden sonra da almaya devam etmişlerdir. İlim adamlarına son derece önem veren III. Selim, bundan sonradır ki, 1790 yılında Gelenbevi İsmail Efendi’yi Mora’daki Yenişehir Fener (şimdiki Larisa) Mevleviliği ile ödüllendirerek oraya kadı tayin etmiştir. Bu göreve atananlar üç yüz veya beş yüz akçe günlük para alırlardı.
Gelenbevi bu görevinde iken, Şeyhülislam Hamidizade Mustafa Efendi’den bir mesele dolayısıyla kırıcı bir yazı alır ve buna pek üzülür. Şeyhülislamın, söz konusu yazıyı Gelenbevi’ye olan şahsi kiniden dolayı yazdığı söylentileri yaygındır. İlmin kadrini bilen bu içli alimi bu üzüntü bir anda yere serer. 1791 yılında beyin kanaması sonucunda vefat eder. Kabri halen Yunanistan’da bulunmaktadır. Mezar taşında şunlar yazılıdır:
“Yenişehir kadılığından emekli, alimlerin en faziletlisi, ilkelerini yazı ve söze dönüştüren, Allah’ın bağışlamasına nail olan, merhum Gelenbev Ismail Efendi’nin ruhu için fatiha”.
Gelenbevi, yaşadığı sürece, ihtişama değil, gösterişsiz bir hayata,insanca yaşamaya ilme ve fazilete aşıktı. Bıraktığı eserleriyle, özellikle mantık, matematik ve kelam ilmindeki yeteneğini açıkça ortaya koymuştur. Belki de o, yazdığı eserleriyle 18. yüzyılın Osmanlı kültürünü bize aktaran tek bilgindir. Ne yazık ki İsmail Gelenbevi ve eserleri üzerine bugüne kadar yapılan araştırmalar yok denecek kadar azdır. Bunun için Tük aydını bu ünlü bilginini yeterince tanıma şansına sahip olamamıştır. Yine de saygı nişanesi olarak ilçemizde bir cadde ile, İstanbul’un Fatih semtinde bir okulun adının Gelenbevi olması bu büyük insanın adını günümüzde de yaşatmaktadır.
Nakli (dini) ve akli (tabii ilimler ve felsefe) ilimlerde üstad olan Gelenbevi Ismail Efendi, özellikle mantık, matematik, astronomi, fizik ve kelam ilminde maharet sahibiydi. Çeşitli konulara dair çok sayıda eser bırakmış olan Gelenbevi'nin yazdığı kitapların sayısı konusunda rakam verilememektedir. Üstelik bu konuda kaynaklarda verilen bilgiler de farklıdır. Bazı kaynaklarda eserlerinin sayısı otuz, bazılarında ise otuz beş olarak bildirilmektedir.
Gelenbevi’nin eserlerinden bazıları şunlardır:
1. Hesabu'l Küsur (Cebir Kitabı), 1789,
2. Risalei Azlai Müsellesat (Üçgenlerle ilgili), 1805,
3. Şarhi Cedavili Ensab (Logaritma şarhi),
4. Merasid (Astronomi),
5. Risaletü’l Kıble [ Kıble Risalesi), 1921 yılında torunu Said Bey tarafından bastırılmıştır].
6. Gelenbevi ala isaguci (Mantık),
7. Burhan film al Mizan (Mantık),
8. Kıyas Risalesi (Mantık), 1862,
9. Risaletü’l imkan (Mantık Hükümlerin Modalitesi), 1803,
10.Talikat ala Miral Adap (Münazara İlmi), 1819,
11.Risaletu İlmi’l Adap (Adap Risalesi), 1864,
12.Haşiye ala Haşiye allari ala şarh’il Hidayet (Felsefe, Mantık ve Tabiat Bilimleri), 1854,
13.Haşiye ala Tezhip al Mantık ve al Kelam (Kelam ve Tasavvuf), 1875,
14.Haşiye ala şerh al Celal al Adudiye (Kelam İlmi), 1817,
15.Risale fi Tahkiki Mezahibi Ehli ‘s Sunna fi usat al Mü‘minin (Büyük Günah Sahibi
Mü’minler).El yazmasıdır. On yaprak halinde, Süleymaniye Kütüphanesi’nde korunmaktadır.
SAÇLI MUSTAFA EFE (1899-1980)
Milli Mücadele yıllarının unutulmaz isimlerinden biri olan Saçlı Mustafa Efe, 1315 (1899) yılında Bakır’ın Atik Mahallesi’nde doğmuştur. Babası çiftçilikle geçimini sağlayan Hacı Osmanzade Mehmet Efe’dir. Çok genç yaşında Bakır’lı zengin bir Rumu, Türklere yaptığı haksızlıklar için öldürüp dağa çıkmış, uzun süre, Yatağan, Çalık Bey yaylası ve etraf dağlarda gezmiştir. 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’e girince, bölgede kurulmakta olan direniş hareketlerinin öncülerinden olmuştur. Daha sonra kurulan Soma ve Bergama cephelerine gönüllü milis olarak katılmış bir yıl kadar buralarda görev yaptıktan sonra, 1920 yılı Haziran ayında Kırkağaç işgal edilince, Demirci'nin dağ köylerine çekilmiş, orada kendisi gibi yurtseverlerin de katılımyla çoğalan efradıyla çeşitli çarpışmalarda Yunanlılara kök söktürmüştür. Düşmanla yaptığı bir çarpışmada ağır şekilde yaralanmış, arkadaşlarını yardımlarıyla Urbut Yaylasında çeşitli halk ilaçları ile tedavi edilmiş ve bu arada Yunan takipçilerinden gizlenme kaygısıyla yeri ancak en yakın arkadaşlarına bildirilmişti. Bu uzun süren tedavi aşamasında saçları uzadığı için Saçlı Efe lakabıyla ünlendi. 2 Eylül 1922 günü, Yunan askerlerinin Kırkağaç’tan çekilmesi üzerine on gün süreyle ilçenin yönetimini eline almış ve birçok işbirlikçiyi cezalandırmıştır.Kurtuluş Savaşı sona erip yeni hükümet kurulunca, yıllardır çeşitli cephelerde kendisine can yoldaşı olan “Filinta”sını elleriyle ilgililere teslim etmiştir. Vatanın kurtarılması süreci içinde gösterdiği yurt severlik ve kahramanlıklarından ötürü, 27 Mayıs 1926 tarih ve 4393 numaralı Gazi Mustafa Kemal imzalı belge ile “Kırmızı Şeritli istiklal Madalyası” almıştır.
Saçlı Mustafa Efe, 27 Kasım 1980 tarihinde vefat etmiştir.Mezarı Bakır’dadır
KAMALI EFE (1883 - 1938)
Kamalı namıyla anılan Ahmet Efe, Hicri 1299 (Miladj 1896) tarihinde Bakır’da doğmuştıır. Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale cephesinde, büyük yaralılıklar göstermiş daha sonra doğu cephesine gönderilmiş ve buradaki savaşlardaki üstün cesaretinden dolayı Çavuş rütbesi almıştır. Adeta savaşlarda pişen bu yiğit, büyük harbin sonunda Bakır’a dönebilmiştir Milli Mücadeleye de katılan Ahmet Efe, Saçlı Mustafa Efe ile 12. Akıncı müfrezesinde komutanlık yapmış, Soma Balıkesir cephelerinde ve Anzavur Ahmet’in hilafet ordusunun takiplerinde görev almıştır. 30 Mart 1938 tarihinde vefat etmiştir. Mezarı güzel beldemiz Bakır’dadır.
HACI MUHARREM HASBİ EFENDİ (1876 - 1939)
Muharrem Hasbi Efendi, 1876 yılında Kırkağaç’ın Gelenbe Bucağı’na bağlı Gebeler Köyü’nde doğmuştur. Hacı İlyasoğullarından Mustafa Efendi ve Ayşe Hanım’ın oğludur. Gelenbe Mahalle Mektebinden sonra, Balıkesir’de ilk öğrenimini tamamlamıştır. İstanbul’un ünlü medreselerinde, devrin alim ve fadıl hocalarından ders alan Muharrem Hasbi Efendi, o yılların şeyhülislamı Musa Kazım Efendi’nin hazır bulunduğu sınavda, hazırlayıp sunduğu iki kıta icazetnamesi kabul ve onaylanarak, Müderris ünvanını elde etmiştir.
Muharrem Hasbi Efendi, Hac farizesini yerine getirdikten sonra Gelenbe Çadır Camii’nde ve Kırkağaç'ta görevinin ismini simgeleyen Müftü Camii’nde müderris ve vaiz olarak birçok öğrenciye ve yetişkine hizmet sunmuştur. İslam toplumu lideri kimliğiyle “Yunan’ı isteriz” kampanyasına imza ve onay vermediği gerekçesiyle, Mustafa Kemal harekatına yardımcı olan diğer ileri gelen kişilerle Yunanistan’a sürülmüş ancak Kurtuluş Savaşı sonrası yurda dönebilmiştir.
Tekrar tayin edildiği eski görevine devam ederken rahatsızlanmış ve 18 Ağustos 1939 günü hakkın rahmetine kavuşmuştur. Mezarı Kırkağaç’taki büyük kabristandadır. Merhum Muharrem Hasbi Efendi, dini eğitim yanında, fen ve matematik gibi pozitif bilimlerin de eğitimini görmüş, milletini, yurdunu, doğup büyüdüğü Kırkağaç ve Gelenbe yöresini ve insanlarını çok seven, çağdaş fikirli, hurafe ve batıla değer vermeyen, Atatürkçü düşünceyi benimsemiş gerçek aydınlarımızdan birisiydi. Aziz ruhu şadolsun.
AHMET YEKTA (MADRAN) BEY (1885 - 1950)
Ahmet Yekta Madran 6 Mayıs 1885 (1301) günü Kırkağaç’ta doğmuştur. Babası Müderris Yekta Efendi’dir. İlköğrenimini tamamladıktan sonra, dayısı tarafından İzmir sanat mektebine yerleştirilmiştir.
Orada mektebin bando takımına ayrılmış, klarnet çalmayı ilk kez burada, öğretmeni İsmail Zühtü Kuşçuoğlu’ndan öğrenmiştir. 1904 yılında İzmir Sanat Okulundan mezun olmuştur. Edirne’de askerliğini yaptığı sırada, kaza sonucu bir gözünü kaybetmiştir. Milli heyecanı yüzünden bazı sebeplerle 1906 yılında Kıbrıs’a sürgün edilmiş, orada iki yıl öğretmenlik yaptıktan sonra 1908 yılında Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle İstanbul’a dönerek Musiki-i Hümayun’a klarnet sanatçısı olarak girmiştir. Bir müddet sonra yine zorunlu olarak Mısır’a gönderilmiş, orada tanıştığı 300 kişilik bir Alman orkestra heyeti ile üç yıl çeşitli ülkelere düzenlenen turnelere katılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra Ankara’da kurulan Riyaset-i Cumhur Orkestrası’nda şef olarak çalışmıştır.
1926 yılından itibaren Kayseri, Edirne, Nişantaşı, Elazığ, Biga, İzmir ve Karşıyaka’daki çeşitli okullarda musiki öğretmenliği yapan Ahmet Yekta Bey, 31 Mart 1950 tarihinde bir kalp krizi sonucu İzmir’de vefat etmiştir.
Ahmet Yekta Bey, birçok Türk Musikisi eseri ile okul şarkıları ve marşlar bestelemiştir. Ölümünden sonra çalınmak üzere bestelediği son eseri Ölüm Marşı’nın Ferit Alnar’da olduğu söylenmektedir. En tanınmış besteleri şunlardır:
1- Izmir Yollarında (Marş),
2- Ege’de Bahar (Bando Düzenlemesi),
3- Bayrak Marşı (8. 5. 1937’de Edirne’de bestelenmiştir),
4- Ordu Öğümü (“Varol, Ey Genç Ordu”),
5- Adım Ne ? (“Söyle Bana Kuzum Anne”),
6- Demokrat Parti Marşı,
7- Akıncılar Marşı (Güfte: Yahya Kemal Bayatlı),
8- Ölüm Marşı (Iki piyano için)
ŞEHİT EMİN EFENDİ (1872 -1920)
Kuvayi Milliye Reisi ve Soma cephesi Milli Alay Kumandanı Emin Efendi, 1872 yılında Kırkağaç’ın Kara Ali Mahallesi’nin Dutönü Sokağı’nda doğmuştur. Babası Hacı Salih Efendi’dir. lptidaiye’yi bitirdikten sonra, Sakar Ahmet Medresesi’nde okumuş ve buradan icazet almıştır. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak, geniş arazilerinde tarımla uğraşmış çoğunluğun karasaban kullandığı bir devirde, Kırkağaç’a ilk orak makinasını ve çift hayvanla çekilen Yunan ve Macar pulluklarını getirterek modern tarımın öncüsü olmuştur.
Emin Efendi muhafazakar düşünceli bir insan olmasına rağmen, daima yenilik taraftarı idi. 1915-1918 yılları arasında belediye meclisi üyeliğinde bulunmuş, 28 Mayıs 1919’da Kuvayi Milliye Reisliğine seçilerek, Kırkağaç’ta Yunanlılara karşı ilk direnişin öncülerinden biri olmuştur. Bu görevinde iken, İstanbul’dan gönderilen ve Ege’deki milli uyanışı yıkmak için kurulan Nasihat Heyeti’nin. tekliflerini reddererek hilafet yanlılarına yüz vermemiştir. Emin Efendi, bir kumandan olarak kişisel karar vermekten çekinmezdi. Onun için geçerli tek duygu vatan sevgisiydi. Emrindeki yurtsever eratı için, İzmir celeplerine ait bir iki vagon dolusu sığıra ve zahireye el koymuştu. Yüz dönümü aşkın arazisinden gelen her türlü ürün de yine Kuvayi Milliye’nin emrinde idi. Zayıf yapısına ve midesindeki ülserine rağmen çok hareketli ve çok çalışkandı. Ayşe Hanım ile evliydi ve bu evlilikten çocukları olmadı.
Emin Efendi, Soma Cephesi Milli Alay Kumandanı olarak gittiği, hilafet ve Yunan yanlısı Anzavur Ahmet isimli şakinin takibi sırasında, 22 Mart 1920 günü Gönen yakınlarında şehitlik mertebesine erişmiştir, Sonraki yıllarda Gönen’den nakledilen kabri Kırkağaç Kabristanı’ndadır. İlçemizde bir meydan bu aziz şehidimizin adını taşımaktadır. Emin Efendi’nin şehadetinden sonra bu göreve Bakır’lı Hüseyin Hulki Efendi atanmıştır.